pendik escort bayan
ozmenpc.comtr
ak
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

TÜRK MİLLETİ UYUMAZ ,UYUR GÖRÜNÜR

Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu’nun Alevî-Sünnî kategorilerine siyasî bir boyut kazandırmak istemesi, kuşkusuz, Türkiye’de hâlâ geçerli olan eski alışkanlıkların devam ettiğini gösterir. Sağ-sol, Sünnî-Alevi, Kürt-Türk, ilerici-gerici, laik-antilaik gibi karşıtlıklar önceki dönemlerde siyasetin de dayanakları arasındaydı. Ne yazık ki uzunca bir süre bu karşıtlıklar entelektüel tartışmaları da beslemişti. Hâlbuki bu karşıtlıklar, konum belirleme açısından bir kolaylık sağlasa da sorunların bağlamını oluşturmuyordu. Bugün ideolojik grupların kendini yenileyememesinin en önemli sebeplerinden biri günümüze ait meseleleri, bağlamlarından kopararak eski karşıtlıklar içinde görmeye çalışmalarıdır. Peki, genel olarak Erdoğan’ın muhalifleri bu eski alışkanlıkları ile kendilerine iktidar yolunu açabilecekler mi? Bu sorunun cevabını Türkiye’nin ve küresel ölçekli gelişmelerin bağlamı nedir sorusunun eşliğinde düşünmek gerekir. Bütün iddialarına rağmen Batılı kaynaklardan beslenmeye devam ettikleri için Davutoğlu ve çevresinin yukarıdaki soruya Türkiye’den bakarak cevap verebileceklerini zannetmiyorum. Bu da bir alışkanlık meselesidir ve bunlar da öncekiler gibi Batılı kaynakları iyi bir talebe iştihası ile kullanmaktadırlar. İlgili kişilerin yazılarından ve konuşmalarından bunu bir iftihar vesilesi olarak gördükleri anlaşılıyor. Yani isteseler de Türkiye’den bakmayı başaramazlar. Zihnî kategorileri bu kaynaklara göre şekillenmiş. Örneğin din ve bilim gibi ya da demokrasi ve otoriterlik gibi en sık kullanılan karşıtlıkları, siyasî konumlarını göstermek için tepe tepe kullanıyorlar. Batılı kaynaklara göre şekillenmiş zihnî kategoriler böyle ortaya çıkıyor. Bu da onların Türkiye’den bakmayı bilmediklerini gösteriyor. Bugün Kılıçdaroğlu’nun Alevîlik, Davutoğlu’nun da Sünnîlik bayrağını sallamasının Türkiye’nin ve dünyanın yaşadığı büyük değişimleri anlamak açısından bir değeri var mıdır? Bunlar edilgen bir zihnin zaaf alanlarını göstermekten başka bir anlam ifade etmez. Bu, araya girerek yapay gerilimlerden beslenmeye çalışanlar için de geçerlidir. Davutoğlu’nun ve çevresinin Türkiye’den bakmayı bilmemesi, muhakkak, önemli bir meseledir. Birtakım dinî gruplar benzer bir sorunu çok daha önceden yaşamıştı. Sorunlu bir kavram olsa da Batılılaşmayı, bu dinî grupların Batı merkezli düşünme biçimini kapsayacak şekilde kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Batılılaşma, yaşam biçimlerinden ziyade bir düşünme biçimini işaret eder. Davutoğlu ve çevresini de bir düşünme biçimi olarak Batılılaşma içinde analiz etmek gerekir. Zamanla bunun üzerinde durulacağını söyleyebilirim. Böylelikle muhafazakâr dinî grupların yabancılaşma süreci de izah edilebilir. Davutoğlu ve çevresinin yerlilik ve millîlik kavramlarını nefretle anmaları sebepsiz değildir. Bugün sadece bunu tespit etmekle yetinelim. Zaten 14 Mayıs akşamı, niçin başarılı olamadılar sorusu gündeme geldiğinde bu tespitin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Soru haklı ve yerinde bir sorudur. Cümleyi tekrar edelim: Bütün iddialarına rağmen Batılı kaynaklardan beslenmeye devam ettikleri ve bunu da bir iftihar vesilesi olarak gördükleri için Türkiye’den bakmayı başaramadılar. Seçim döneminde halkın dilini kullanamamaları bu dile yabancı olmalarından kaynaklandı. Bu dili bilmiyorlar. Dolayısıyla dilini bilmedikleri halk ile anlaşmaları da mümkün değildi. Kılıçdaroğlu ve çevresi, zaten, Davutoğlu ve çevresinin yaşadığı süreci çok daha önceden yaşamıştı. Dolayısıyla Alevîlik ve Sünnîlik bayrağını sallayarak dâhil oldukları süreci görünmez kılamazlar. Oluşturulan karşıtlıktan istifade etmek için araya sızanların zihniyet dünyası da bunlardan farklı değil. Onlar da seçim akşamında kendilerini sorgulamak zorunda kalabilir. Çünkü Türkiye 2002’den sonra bir değişim daha yaşamak zorunda. Bilindiği gibi 3 Kasım 2002 seçimi Türkiye’nin çehresini değiştirmişti. Yirmi yıl sonra Türkiye bir değişim daha yaşayacak. Muhtemelen, Sayın Erdoğan ikinci bir değişimin daha öncüsü olacak. Fakat bu ikinci büyük değişim, en çok, Garpzede muhafazakâr dindarları etkileyecektir. Çünkü yaklaşık on yıldır farklı güç merkezleri Türkiye’nin değişim çabalarını bu gruplar üzerinden etkisizleştirmeye çalışıyor. Dolayısıyla asıl gerilim muhafazakâr gruplar arasında yaşanıyor. Babacan ise muhafazakâr Batıcılığın en uç örneğidir. İlginç bir seçim olacak.
Ekleme Tarihi: 27 Nisan 2023 - Perşembe

TÜRK MİLLETİ UYUMAZ ,UYUR GÖRÜNÜR

Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu’nun Alevî-Sünnî kategorilerine siyasî bir boyut kazandırmak istemesi, kuşkusuz, Türkiye’de hâlâ geçerli olan eski alışkanlıkların devam ettiğini gösterir. Sağ-sol, Sünnî-Alevi, Kürt-Türk, ilerici-gerici, laik-antilaik gibi karşıtlıklar önceki dönemlerde siyasetin de dayanakları arasındaydı. Ne yazık ki uzunca bir süre bu karşıtlıklar entelektüel tartışmaları da beslemişti. Hâlbuki bu karşıtlıklar, konum belirleme açısından bir kolaylık sağlasa da sorunların bağlamını oluşturmuyordu. Bugün ideolojik grupların kendini yenileyememesinin en önemli sebeplerinden biri günümüze ait meseleleri, bağlamlarından kopararak eski karşıtlıklar içinde görmeye çalışmalarıdır. Peki, genel olarak Erdoğan’ın muhalifleri bu eski alışkanlıkları ile kendilerine iktidar yolunu açabilecekler mi? Bu sorunun cevabını Türkiye’nin ve küresel ölçekli gelişmelerin bağlamı nedir sorusunun eşliğinde düşünmek gerekir. Bütün iddialarına rağmen Batılı kaynaklardan beslenmeye devam ettikleri için Davutoğlu ve çevresinin yukarıdaki soruya Türkiye’den bakarak cevap verebileceklerini zannetmiyorum. Bu da bir alışkanlık meselesidir ve bunlar da öncekiler gibi Batılı kaynakları iyi bir talebe iştihası ile kullanmaktadırlar. İlgili kişilerin yazılarından ve konuşmalarından bunu bir iftihar vesilesi olarak gördükleri anlaşılıyor. Yani isteseler de Türkiye’den bakmayı başaramazlar. Zihnî kategorileri bu kaynaklara göre şekillenmiş. Örneğin din ve bilim gibi ya da demokrasi ve otoriterlik gibi en sık kullanılan karşıtlıkları, siyasî konumlarını göstermek için tepe tepe kullanıyorlar. Batılı kaynaklara göre şekillenmiş zihnî kategoriler böyle ortaya çıkıyor. Bu da onların Türkiye’den bakmayı bilmediklerini gösteriyor. Bugün Kılıçdaroğlu’nun Alevîlik, Davutoğlu’nun da Sünnîlik bayrağını sallamasının Türkiye’nin ve dünyanın yaşadığı büyük değişimleri anlamak açısından bir değeri var mıdır? Bunlar edilgen bir zihnin zaaf alanlarını göstermekten başka bir anlam ifade etmez. Bu, araya girerek yapay gerilimlerden beslenmeye çalışanlar için de geçerlidir. Davutoğlu’nun ve çevresinin Türkiye’den bakmayı bilmemesi, muhakkak, önemli bir meseledir. Birtakım dinî gruplar benzer bir sorunu çok daha önceden yaşamıştı. Sorunlu bir kavram olsa da Batılılaşmayı, bu dinî grupların Batı merkezli düşünme biçimini kapsayacak şekilde kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Batılılaşma, yaşam biçimlerinden ziyade bir düşünme biçimini işaret eder. Davutoğlu ve çevresini de bir düşünme biçimi olarak Batılılaşma içinde analiz etmek gerekir. Zamanla bunun üzerinde durulacağını söyleyebilirim. Böylelikle muhafazakâr dinî grupların yabancılaşma süreci de izah edilebilir. Davutoğlu ve çevresinin yerlilik ve millîlik kavramlarını nefretle anmaları sebepsiz değildir. Bugün sadece bunu tespit etmekle yetinelim. Zaten 14 Mayıs akşamı, niçin başarılı olamadılar sorusu gündeme geldiğinde bu tespitin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Soru haklı ve yerinde bir sorudur. Cümleyi tekrar edelim: Bütün iddialarına rağmen Batılı kaynaklardan beslenmeye devam ettikleri ve bunu da bir iftihar vesilesi olarak gördükleri için Türkiye’den bakmayı başaramadılar. Seçim döneminde halkın dilini kullanamamaları bu dile yabancı olmalarından kaynaklandı. Bu dili bilmiyorlar. Dolayısıyla dilini bilmedikleri halk ile anlaşmaları da mümkün değildi. Kılıçdaroğlu ve çevresi, zaten, Davutoğlu ve çevresinin yaşadığı süreci çok daha önceden yaşamıştı. Dolayısıyla Alevîlik ve Sünnîlik bayrağını sallayarak dâhil oldukları süreci görünmez kılamazlar. Oluşturulan karşıtlıktan istifade etmek için araya sızanların zihniyet dünyası da bunlardan farklı değil. Onlar da seçim akşamında kendilerini sorgulamak zorunda kalabilir. Çünkü Türkiye 2002’den sonra bir değişim daha yaşamak zorunda. Bilindiği gibi 3 Kasım 2002 seçimi Türkiye’nin çehresini değiştirmişti. Yirmi yıl sonra Türkiye bir değişim daha yaşayacak. Muhtemelen, Sayın Erdoğan ikinci bir değişimin daha öncüsü olacak. Fakat bu ikinci büyük değişim, en çok, Garpzede muhafazakâr dindarları etkileyecektir. Çünkü yaklaşık on yıldır farklı güç merkezleri Türkiye’nin değişim çabalarını bu gruplar üzerinden etkisizleştirmeye çalışıyor. Dolayısıyla asıl gerilim muhafazakâr gruplar arasında yaşanıyor. Babacan ise muhafazakâr Batıcılığın en uç örneğidir. İlginç bir seçim olacak.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.