MUTFAĞINIZ KADAR ÖNEMLİ.
Hucurat Suresinde
İMAN KARDEŞLİĞİ
Din kardeşliği rengin, dilin, kültürün, sosyal statü ve ekonomik durumun hiçbir üstünlük sağlamadığı; sadece takvanın üstünlük sebebi olduğunun kabul edildiği bir kardeşliktir. Bu, hiçbir farklılığa bakılmaksızın bir ve beraber olabilmektir. Bu büyük İslâm kardeşliğinin karşılığı “ümmet” olmaktır.
Hucurat suresi, müminler olarak münasebetlerimizin temeli olan din kardeşliğinin ahlâkî yönünü ortaya koyan bir suredir. Esasen bu ahlâkî ilkeler imanımızın temel kodlarında yer almaktadır. Suredeki ayetlerin başında yer alan “ey iman edenler” hitabı, iman ve ahlâk arasında kopmaz bir bağ bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Kur’an-ı Kerim iman ve kardeşliği eşleştirir. İman, yani âmentümüze sıdk-ı kalp ile inanmak kardeş olmanın aslıdır. İman kardeşliği Müslümanlar arasında bir tür sözleşmedir. İman ediyor olmak, ilkesel doğrularıyla bütün tarafları bağlayan temel ahlâkî esasları belirler.
Aynı anneden doğmuş gibi
Hak Teâlâ “Müminler ancak kardeştirler” (Hucurat 10) buyurmuştur. Ayette geçen “ihvetün” yani “kardeşler” kelimesi “ahî: kardeş” kelimesinin çoğul kalıbıdır. Arapçada “ahî” kelimesinin “ihvan” ve “ihve” olmak üzere iki çoğul kalıbı bulunur. İhvan kelimesi yolda ve hedefte kardeş olanlar için kullanılır. Bu yüzden tarikat yolunda yürüyenler birbirleri için “ihvan” kelimesini kullanmışlardır.
Müminleri kardeş ilan eden ayet-i kerimede kullanılan “ihve” kelimesi ise aynı anneden dünyaya gelenlere isim olmuştur. Kur’an-ı Kerim’in dinde kardeş olanlara “ihve” demesinin üzerinde düşünülmelidir. Bu kelime iman kardeşliğindeki hasbiliği, samimiyeti ve yakınlığı ifade etmektedir. Sanki müminlerin kardeşliğinin, Allah ve Resûlü’ne iman etmekle öz kardeş gibi olduğu beyan edilmektedir.
Kardeş olmak ortak kaderi, ortak değerleri ve imanî sorumluluğu paylaşmaktır. Din kardeşliği, eğer gerekleri yerine getirilirse coğrafî, politik veya iktisadi hiçbir sınırı olmayan çok büyük bir kardeşliktir. Rengin, dilin, kültürün, sosyal statü ve ekonomik durumun hiçbir üstünlük sağlamadığı; sadece takvanın üstünlük sebebi olduğunun kabul edildiği bir kardeşliktir. Bu, hiçbir farklılığa bakılmaksızın bir ve beraber olabilmektir. Bu büyük İslâm kardeşliğinin karşılığı “ümmet” olmaktır.
Kardeşliğin yardım etmede isteklilik, birlikte vakit geçirirken huzur ve güvende olmak, beşerî münasebetlerinde âhireti hatırlamak gibi hasbî bir tarafı olduğu gibi ahlakî hakları ve sorumlulukları bulunmaktadır. Hasbîlik ve haklar bir araya geldiğinde İslâm’ın tarif ettiği kardeşlik ortaya çıkmaktadır. Parçalardan biri eksik olursa da kaybolmaktadır. Bununla birlikte ilke ve esaslar hasbî duyguların önündedir.
Sağlam bir yapı olmak
Hucurat suresi kardeşliğin ilkelerini, ahlakî haklarını ve sorumluluklarını müminlere hatırlatmaktadır. Bu surenin bir adı da “Ahlâk Suresi”dir. Sure, kardeşliğin yedi temel esasını ortaya koyar. Mümin olma paydasında kardeşlik onuncu ayette açıkça belirtildikten sonra diğer ayetlerde bu kardeşliğin esasları ve hakları açıkça ifade edilmiştir.
Surenin ayetlerine baktığımızda, 6. ayet hariç, olumsuz emir kipiyle gelen yedi esas ortaya konulmuştur. Bu esaslar, önleyici telkinlerle “nelerden kaçınırsak iman kardeşliğini gerçekleştirebiliriz” sorusuyla belirlenmektedir.
Gıybet ya da dedikodu toplumda güveni ortadan kaldıran bir hastalıktır. Sosyal medyayı bu yönüyle yeniden gözden geçirmek gerekir. En iyisi, mutlaka gerekmiyorsa ve kesin ispatlı değilse kimse hakkında konuşmamak, konuşulanları paylaşmamaktır. Aksi tutumun ağır vebali vardır.
Bir şeyden prensip olarak uzak durmak ahlâk, karakter, vicdan ve eğitim gibi uzun ve zorlu bir süreç gerektirir. Bu yönüyle bir şeyi yapmamak ve bu yapmama halini bir tavıra dönüştürmek istenilen şeyleri yapmaktan daha zordur. Kur’an-ı Kerim’in bu üslubundan iman kardeşliğinin esaslarını ve ahlâkını gerçekleştirmenin zorlu bir süreç olduğunu anlamak mümkündür. Başarıldığında müminler yine Kur’an’ın ifadesiyle mealen “sapasağlam bir yapı” (Sâf 4) oluşturabilecektir.
Üç emir
Hucurat suresindeki bahsettiğimiz bu kardeşlik esasları şu şekilde sıralanmıştır:
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat 12)
Ayette üç kötü tutum Kur’an’ın etkili üslubuyla yasaklanmıştır:
• Aslı olmayan ya da bir delile dayanmayan zan/şüphe,
• Başkasının özel hayatını araştırmak/tecessüs,
• Mümin kardeşinin arkasından dedikodusu yapmak/gıybetini etmek.
‘Suizandan uzak durun’
Bu üç yanlış tutum ferdî ve toplumsal güveni sarsan şeylerdir. Müminin canı, kanı, malı, ırzı koruma altında olduğu gibi özel hayatı, itibarı ve şahs-ı manevisi de koruma altındadır. Bunların dedikodusu yapılamaz ve merak konusu edilip araştırılamaz.
“Aksi ispat olunmadıkça masumiyet esastır” kuralınca bir kimseye zan ve şüpheyle yaklaşmak doğru değildir. Esas olan ön kabul hayırlı düşünce yönündedir. Bu konuyla ilgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem tavaf ederken Kâbe’ye yönelerek; “Ne güzelsin sen, kokun da ne hoş! Ne kadar büyüksün ve ne kadar çok saygıya layıksın! Muhammed’in canı kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki mümine, malına canına saygı göstermek ve hürmet etmek, Allah katında sana hürmetten daha büyüktür. Mümine ancak hayır üzere bir kanaat beslenir.” buyurmuştur. (İbn Kesir: 7/377)
Yine O, ayette geçen zan kelimesiyle ilgili olarak buyurur ki: “Zandan sakının. Çünkü zan yalanın ta kendisidir! Birbirinizin özel hallerini araştırmayın, birbirinizin konuştuklarına kulak kabartmayın, birbirinize kin beslemeyin. Kardeş olun!” (Buhârî: Nikâh 46)
‘Birbirinizin gıybetini yapmayın’
Ayette geçen gıybet, bir kimsenin arkasından duyduğuna hoşlanmayacağı bir şeyi söylemektir. Gıybette kişi, kendisi hakkında olumsuz bir şey söylendiğinde orada olmamasından dolayı cevap hakkını kullanamayacaktır. Gıybetin tam olarak ne olduğunu Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle açıklamıştır:
– Bilir misiniz gıybet nedir?
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler.
– Kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır, buyurdu.
– Ya söylediğim şey kardeşimde varsa, denildi. Buyurdu ki:
– Eğer söylediğin onda varsa gıybet etmiş olursun. Eğer yoksa ona iftira etmiş olursun.” (Müslim: Birr 70)
Gıybet ya da dedikodu toplumda güveni ortadan kaldıran bir hastalıktır. Sosyal medyayı bu yönüyle yeniden gözden geçirmek gerekir. Haber akışının çok kolay olduğu dijital platformlarda gıybetin ölçüsü, kendisi hakkında konuşulan kişinin cevap hakkını kullanamamasıdır, denilebilir. Fakat bir kişi hakkında ortaya atılan yalan çürütülse bile çoğu durumda olumsuz etkisi devam etmekte, pek çok kişinin verilen cevaptan haberi olmamaktadır. Bu durumda sosyal medya ortamlarında en iyisi mutlaka gerekmiyorsa ve kesin ispatlı değilse kimse hakkında konuşmamak, konuşulanları paylaşmamaktır. Aksi tutumun ağır vebali vardır.
‘Birbirinizle alay etmeyin’
“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyi bile olabilirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizle alay etmeyin, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! Kim de tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurât 11)
Ayetteki alaya almak bir tür büyüklenme ve kibir göstergesidir. İslâm kibirlenmeyi kerih gördüğü gibi bu türlü ayrıştırıcı, küçük düşürücü tutumları yasaklamıştır.
Bu ayetin nâzil olmasına sebep, Medine’de Temimoğulları kabilesinden bir grubun, İslâm’ın Mekke’deki en zorlu zamanlarında imanlarından canları pahasına taviz vermeyen Habbab b. Eret, Bilal-i Habeşi, Süheyb ve Ebû Zer radıyallahu anhum gibi sahabileri gördüklerinde fakirlik yoksulluklarıyla alay etmeleridir.
Mutfağımıza gösterdiğimiz hassasiyet kadar beşerî münasebetlerimizde zihin ve gönül mutfağımıza aynı hassasiyetleri göstermek imanî bir meselemizdir. Bu, iman paydasında hassasiyetlerimizi birleştirme ya da birleme meselesidir. Tevhid ilkesi esasen böyle bir şeydir.
Oysa mesela Habbab b. Eret, Müslümanlar bir elin parmağını geçmediği dönemde Allah’a ve Elçisi’ne iman ettiğinde birçok eziyetlere maruz kalmıştır. Kimsesiz gördüklerinden dolayı müşrikler ona birçok işkencelerde bulunmuştur. Çölün en sıcak vaktinde kumlara yatırmışlar, kızgın taşları alarak omuzlarına koymuşlar ve “Muhammed hakkında ne diyorsun?” diye sorduklarında; “O Allah’ın kulu ve elçisidir. Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için hak dini getirmiştir” diyerek ve imanından taviz vermemiştir. Bu zât, Hz. Ömer’in kız kardeşi Fatıma’ya ve eşi Said’e ilk Kur’an öğreten ve dolaysıyla Hz. Ömer’in Müslüman olmasına vesile olan kişidir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in bütün gazalarında yanında yer almıştır.
Ayette geçen “birbirinizi ayıplamayın” ifadesindeki “lemz” kelimesi bir kişiyi dille yaralamak veya ayıplamak demektir. Yine ayette geçen “enfüseküm” kelimesi “nefs “kelimesinin çoğuludur. Buna göre ayet-i kerime “birbirinizi ayıplamayın” demek olabileceği gibi “kendinizi ayıplamayın” anlamına da gelebilir. Kelimenin ikinci anlamı esas alındığında daha manidar bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Çünkü kişi bir başkasının seviyesini düşmeye çalıştığında kendi seviyesini düşürmüş olmaktadır.
“Ey iman edenler! Size bir fâsık (açıktan günah işleyen biri) bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucurat 6)
Erdemli insan, erdemli toplum
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem’in hicretiyle eski adı Yesrib olan beldenin Medine’ye dönüşmesindeki sır beşerî münasebetlerdeki erdemler ve iman kardeşliğidir. Müslüman toplumu bir erdemliler topluluğudur. İslâm şehirleri “medine-i fâzıla: faziletler şehri”dir. İnsanların birbirleriyle yardımlaştığı, verilen sözlerin tutulduğu, insanların sadece insan olmaktan dolayı saygı gördüğü, dedikodu ve tecessüsün yapılmadığı şehirlerdir.
Kardeşliğin inşası için vakit kaybetmeden bu değerler etrafında sosyal ve eğitsel acil plan eylemleri hazırlanmalı ve “iyilikte yardımlaşın kötülükte yardımlaşmayın” esasına göre toplumsal çürüme halinden çıkılmalıdır. Neredeyse Ensar-Muhacir kardeşliği gibi bir iman kardeşliği oluşturulmalıdır. Modern bireysellik dayatmasından bir an önce çıkmanın yollarını düşünmeli ve ortak akılla çözüm yolları bulunmalıdır.
Mutfağımıza gösterdiğimiz hassasiyet kadar beşerî münasebetlerimizde zihin ve gönül mutfağımıza aynı hassasiyetleri göstermek imanî bir meselemizdir. Bu, iman paydasında hassasiyetlerimizi birleştirme ya da birleme meselesidir. Tevhid ilkesi esasen böyle bir şeydir.
Ahlâkın, aile hayatının, ekonomik faaliyetlerin, bilimimizin, teknolojimizin ve siyasetimizin etrafında döndüğü eksen tevhittir. Bu sanki Hacdaki tavaf gibidir. Çünkü tavaf, hayatımızın bütün yönleriyle tevhidin etrafında dönmemizi sembolize etmektedir.
Ekleme
Tarihi: 24 May 2025 - Saturday
MUTFAĞINIZ KADAR ÖNEMLİ.
Hucurat Suresinde
İMAN KARDEŞLİĞİ
Din kardeşliği rengin, dilin, kültürün, sosyal statü ve ekonomik durumun hiçbir üstünlük sağlamadığı; sadece takvanın üstünlük sebebi olduğunun kabul edildiği bir kardeşliktir. Bu, hiçbir farklılığa bakılmaksızın bir ve beraber olabilmektir. Bu büyük İslâm kardeşliğinin karşılığı “ümmet” olmaktır.
Hucurat suresi, müminler olarak münasebetlerimizin temeli olan din kardeşliğinin ahlâkî yönünü ortaya koyan bir suredir. Esasen bu ahlâkî ilkeler imanımızın temel kodlarında yer almaktadır. Suredeki ayetlerin başında yer alan “ey iman edenler” hitabı, iman ve ahlâk arasında kopmaz bir bağ bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Kur’an-ı Kerim iman ve kardeşliği eşleştirir. İman, yani âmentümüze sıdk-ı kalp ile inanmak kardeş olmanın aslıdır. İman kardeşliği Müslümanlar arasında bir tür sözleşmedir. İman ediyor olmak, ilkesel doğrularıyla bütün tarafları bağlayan temel ahlâkî esasları belirler.
Aynı anneden doğmuş gibi
Hak Teâlâ “Müminler ancak kardeştirler” (Hucurat 10) buyurmuştur. Ayette geçen “ihvetün” yani “kardeşler” kelimesi “ahî: kardeş” kelimesinin çoğul kalıbıdır. Arapçada “ahî” kelimesinin “ihvan” ve “ihve” olmak üzere iki çoğul kalıbı bulunur. İhvan kelimesi yolda ve hedefte kardeş olanlar için kullanılır. Bu yüzden tarikat yolunda yürüyenler birbirleri için “ihvan” kelimesini kullanmışlardır.
Müminleri kardeş ilan eden ayet-i kerimede kullanılan “ihve” kelimesi ise aynı anneden dünyaya gelenlere isim olmuştur. Kur’an-ı Kerim’in dinde kardeş olanlara “ihve” demesinin üzerinde düşünülmelidir. Bu kelime iman kardeşliğindeki hasbiliği, samimiyeti ve yakınlığı ifade etmektedir. Sanki müminlerin kardeşliğinin, Allah ve Resûlü’ne iman etmekle öz kardeş gibi olduğu beyan edilmektedir.
Kardeş olmak ortak kaderi, ortak değerleri ve imanî sorumluluğu paylaşmaktır. Din kardeşliği, eğer gerekleri yerine getirilirse coğrafî, politik veya iktisadi hiçbir sınırı olmayan çok büyük bir kardeşliktir. Rengin, dilin, kültürün, sosyal statü ve ekonomik durumun hiçbir üstünlük sağlamadığı; sadece takvanın üstünlük sebebi olduğunun kabul edildiği bir kardeşliktir. Bu, hiçbir farklılığa bakılmaksızın bir ve beraber olabilmektir. Bu büyük İslâm kardeşliğinin karşılığı “ümmet” olmaktır.
Kardeşliğin yardım etmede isteklilik, birlikte vakit geçirirken huzur ve güvende olmak, beşerî münasebetlerinde âhireti hatırlamak gibi hasbî bir tarafı olduğu gibi ahlakî hakları ve sorumlulukları bulunmaktadır. Hasbîlik ve haklar bir araya geldiğinde İslâm’ın tarif ettiği kardeşlik ortaya çıkmaktadır. Parçalardan biri eksik olursa da kaybolmaktadır. Bununla birlikte ilke ve esaslar hasbî duyguların önündedir.
Sağlam bir yapı olmak
Hucurat suresi kardeşliğin ilkelerini, ahlakî haklarını ve sorumluluklarını müminlere hatırlatmaktadır. Bu surenin bir adı da “Ahlâk Suresi”dir. Sure, kardeşliğin yedi temel esasını ortaya koyar. Mümin olma paydasında kardeşlik onuncu ayette açıkça belirtildikten sonra diğer ayetlerde bu kardeşliğin esasları ve hakları açıkça ifade edilmiştir.
Surenin ayetlerine baktığımızda, 6. ayet hariç, olumsuz emir kipiyle gelen yedi esas ortaya konulmuştur. Bu esaslar, önleyici telkinlerle “nelerden kaçınırsak iman kardeşliğini gerçekleştirebiliriz” sorusuyla belirlenmektedir.
Gıybet ya da dedikodu toplumda güveni ortadan kaldıran bir hastalıktır. Sosyal medyayı bu yönüyle yeniden gözden geçirmek gerekir. En iyisi, mutlaka gerekmiyorsa ve kesin ispatlı değilse kimse hakkında konuşmamak, konuşulanları paylaşmamaktır. Aksi tutumun ağır vebali vardır.
Bir şeyden prensip olarak uzak durmak ahlâk, karakter, vicdan ve eğitim gibi uzun ve zorlu bir süreç gerektirir. Bu yönüyle bir şeyi yapmamak ve bu yapmama halini bir tavıra dönüştürmek istenilen şeyleri yapmaktan daha zordur. Kur’an-ı Kerim’in bu üslubundan iman kardeşliğinin esaslarını ve ahlâkını gerçekleştirmenin zorlu bir süreç olduğunu anlamak mümkündür. Başarıldığında müminler yine Kur’an’ın ifadesiyle mealen “sapasağlam bir yapı” (Sâf 4) oluşturabilecektir.
Üç emir
Hucurat suresindeki bahsettiğimiz bu kardeşlik esasları şu şekilde sıralanmıştır:
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat 12)
Ayette üç kötü tutum Kur’an’ın etkili üslubuyla yasaklanmıştır:
• Aslı olmayan ya da bir delile dayanmayan zan/şüphe,
• Başkasının özel hayatını araştırmak/tecessüs,
• Mümin kardeşinin arkasından dedikodusu yapmak/gıybetini etmek.
‘Suizandan uzak durun’
Bu üç yanlış tutum ferdî ve toplumsal güveni sarsan şeylerdir. Müminin canı, kanı, malı, ırzı koruma altında olduğu gibi özel hayatı, itibarı ve şahs-ı manevisi de koruma altındadır. Bunların dedikodusu yapılamaz ve merak konusu edilip araştırılamaz.
“Aksi ispat olunmadıkça masumiyet esastır” kuralınca bir kimseye zan ve şüpheyle yaklaşmak doğru değildir. Esas olan ön kabul hayırlı düşünce yönündedir. Bu konuyla ilgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem tavaf ederken Kâbe’ye yönelerek; “Ne güzelsin sen, kokun da ne hoş! Ne kadar büyüksün ve ne kadar çok saygıya layıksın! Muhammed’in canı kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki mümine, malına canına saygı göstermek ve hürmet etmek, Allah katında sana hürmetten daha büyüktür. Mümine ancak hayır üzere bir kanaat beslenir.” buyurmuştur. (İbn Kesir: 7/377)
Yine O, ayette geçen zan kelimesiyle ilgili olarak buyurur ki: “Zandan sakının. Çünkü zan yalanın ta kendisidir! Birbirinizin özel hallerini araştırmayın, birbirinizin konuştuklarına kulak kabartmayın, birbirinize kin beslemeyin. Kardeş olun!” (Buhârî: Nikâh 46)
‘Birbirinizin gıybetini yapmayın’
Ayette geçen gıybet, bir kimsenin arkasından duyduğuna hoşlanmayacağı bir şeyi söylemektir. Gıybette kişi, kendisi hakkında olumsuz bir şey söylendiğinde orada olmamasından dolayı cevap hakkını kullanamayacaktır. Gıybetin tam olarak ne olduğunu Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle açıklamıştır:
– Bilir misiniz gıybet nedir?
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler.
– Kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır, buyurdu.
– Ya söylediğim şey kardeşimde varsa, denildi. Buyurdu ki:
– Eğer söylediğin onda varsa gıybet etmiş olursun. Eğer yoksa ona iftira etmiş olursun.” (Müslim: Birr 70)
Gıybet ya da dedikodu toplumda güveni ortadan kaldıran bir hastalıktır. Sosyal medyayı bu yönüyle yeniden gözden geçirmek gerekir. Haber akışının çok kolay olduğu dijital platformlarda gıybetin ölçüsü, kendisi hakkında konuşulan kişinin cevap hakkını kullanamamasıdır, denilebilir. Fakat bir kişi hakkında ortaya atılan yalan çürütülse bile çoğu durumda olumsuz etkisi devam etmekte, pek çok kişinin verilen cevaptan haberi olmamaktadır. Bu durumda sosyal medya ortamlarında en iyisi mutlaka gerekmiyorsa ve kesin ispatlı değilse kimse hakkında konuşmamak, konuşulanları paylaşmamaktır. Aksi tutumun ağır vebali vardır.
‘Birbirinizle alay etmeyin’
“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyi bile olabilirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizle alay etmeyin, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! Kim de tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurât 11)
Ayetteki alaya almak bir tür büyüklenme ve kibir göstergesidir. İslâm kibirlenmeyi kerih gördüğü gibi bu türlü ayrıştırıcı, küçük düşürücü tutumları yasaklamıştır.
Bu ayetin nâzil olmasına sebep, Medine’de Temimoğulları kabilesinden bir grubun, İslâm’ın Mekke’deki en zorlu zamanlarında imanlarından canları pahasına taviz vermeyen Habbab b. Eret, Bilal-i Habeşi, Süheyb ve Ebû Zer radıyallahu anhum gibi sahabileri gördüklerinde fakirlik yoksulluklarıyla alay etmeleridir.
Mutfağımıza gösterdiğimiz hassasiyet kadar beşerî münasebetlerimizde zihin ve gönül mutfağımıza aynı hassasiyetleri göstermek imanî bir meselemizdir. Bu, iman paydasında hassasiyetlerimizi birleştirme ya da birleme meselesidir. Tevhid ilkesi esasen böyle bir şeydir.
Oysa mesela Habbab b. Eret, Müslümanlar bir elin parmağını geçmediği dönemde Allah’a ve Elçisi’ne iman ettiğinde birçok eziyetlere maruz kalmıştır. Kimsesiz gördüklerinden dolayı müşrikler ona birçok işkencelerde bulunmuştur. Çölün en sıcak vaktinde kumlara yatırmışlar, kızgın taşları alarak omuzlarına koymuşlar ve “Muhammed hakkında ne diyorsun?” diye sorduklarında; “O Allah’ın kulu ve elçisidir. Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için hak dini getirmiştir” diyerek ve imanından taviz vermemiştir. Bu zât, Hz. Ömer’in kız kardeşi Fatıma’ya ve eşi Said’e ilk Kur’an öğreten ve dolaysıyla Hz. Ömer’in Müslüman olmasına vesile olan kişidir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in bütün gazalarında yanında yer almıştır.
Ayette geçen “birbirinizi ayıplamayın” ifadesindeki “lemz” kelimesi bir kişiyi dille yaralamak veya ayıplamak demektir. Yine ayette geçen “enfüseküm” kelimesi “nefs “kelimesinin çoğuludur. Buna göre ayet-i kerime “birbirinizi ayıplamayın” demek olabileceği gibi “kendinizi ayıplamayın” anlamına da gelebilir. Kelimenin ikinci anlamı esas alındığında daha manidar bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Çünkü kişi bir başkasının seviyesini düşmeye çalıştığında kendi seviyesini düşürmüş olmaktadır.
“Ey iman edenler! Size bir fâsık (açıktan günah işleyen biri) bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucurat 6)
Erdemli insan, erdemli toplum
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem’in hicretiyle eski adı Yesrib olan beldenin Medine’ye dönüşmesindeki sır beşerî münasebetlerdeki erdemler ve iman kardeşliğidir. Müslüman toplumu bir erdemliler topluluğudur. İslâm şehirleri “medine-i fâzıla: faziletler şehri”dir. İnsanların birbirleriyle yardımlaştığı, verilen sözlerin tutulduğu, insanların sadece insan olmaktan dolayı saygı gördüğü, dedikodu ve tecessüsün yapılmadığı şehirlerdir.
Kardeşliğin inşası için vakit kaybetmeden bu değerler etrafında sosyal ve eğitsel acil plan eylemleri hazırlanmalı ve “iyilikte yardımlaşın kötülükte yardımlaşmayın” esasına göre toplumsal çürüme halinden çıkılmalıdır. Neredeyse Ensar-Muhacir kardeşliği gibi bir iman kardeşliği oluşturulmalıdır. Modern bireysellik dayatmasından bir an önce çıkmanın yollarını düşünmeli ve ortak akılla çözüm yolları bulunmalıdır.
Mutfağımıza gösterdiğimiz hassasiyet kadar beşerî münasebetlerimizde zihin ve gönül mutfağımıza aynı hassasiyetleri göstermek imanî bir meselemizdir. Bu, iman paydasında hassasiyetlerimizi birleştirme ya da birleme meselesidir. Tevhid ilkesi esasen böyle bir şeydir.
Ahlâkın, aile hayatının, ekonomik faaliyetlerin, bilimimizin, teknolojimizin ve siyasetimizin etrafında döndüğü eksen tevhittir. Bu sanki Hacdaki tavaf gibidir. Çünkü tavaf, hayatımızın bütün yönleriyle tevhidin etrafında dönmemizi sembolize etmektedir.
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.