pendik escort bayan
ozmenpc.comtr
ak
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Bu kabiliyetli nesiller bir kaç sene içinde onu da yapacaklardır.

Kaan uçağının ilk test uçuşu başarıyla gerçekleşti. Binlerce Türk mühendisi ve teknikerinin ortak gayreti nihâyet meyve verdi. Garip olan husus, bâzı çevrelerin bu başarıyı küçümseme, gözden düşürmek gayretiyle ortaya dökülmüş olmasıydı. Ataları , Osmanlı’da “Ocakçı istemezikçüler” olarak bilinen bir çevre bu. Kaan’ın motorlarının yurt dışından getirtilmiş olmasını, muhalefet etmelerinin merkezine koyan açıklamalar geldi bunlardan. Motorlar dışarıdan geliyorsa, Kaan’ı milli uçak olarak lanse etmek ne kadar doğru olabilirdi ki? 70’li senelerde Erbakan Hoca, propagandalarında modernleşme azim ve kararlılığında olan milletimizin en hassas meselesi olan sanâyi hamlesinin bayrağını yükseltiyordu. Doğrusu o bayrak hanidir yerlerde sürünmekteydi. Kurucu modernistler, modernleşmenin en kalbî meselesi olan sanayileşmeyi başaramamış; bu açığı da meseleyi kültürel bir savaşa tahvil ederek kapatmak istemişti. Sanayileşmenin başarılamamasının yegâne sebebi, kültürel ve zihnî olarak buna hazır olmamamızdı. Sanayileşme nihâyetinde bir mühendislik meseleydi; ama bunun başarılabilmesi için esaslı bir zihniyet devrimine ihtiyaç vardı. O da, kültürel bir seferberlik ile sağlanabilirdi. Din, gelenek ve hurâfelerin zihniyet dünyâmızdan kovulması evveliyetli bir meseleydi. Hâsılı, Mekteb-i Mülkiye ve Mekteb-i Harbiye modernistleri, şu veyâ bu sebeple başaramadıkları bir ev ödevini başka bir evveliyete dayandırarak başlarında atıyorlardı. Beyaz Türkler olarak anılan bu çevrelerin günümüzde yaşadıkları kültürel kütleşmede esas rol oynayan da bu savsaklamadır. Anlayamadıkları husus, Mekteb-i Mühendishâne’nin târihsel-kültürel dünyâsıydı. Esâsen mühendislik âlemi başından beri statik-dinamik dengesiyle düşünen bir iklime sâhip olagelmiştir. Yâni muhafazakâr ethos mühendislerin zihin âlemine, bir sevk-ı tabiî olarak içkin olagelmiştir. Bir mühendisin katıksız, radikal bir devrimci olması biraz da tuhaf bir durumdur. Muhtemelen onun bu durumu kendisini, arkadaşlarının pek çoğunun gözünde, dinamik hesapların büyüsüne kapılmış, statik hesapları gözden kaçırmış bir fanatik; daha mühimi aldığı tedrisâtın hakkını vermekte gaflete düşmüş bir kişi mertebesine düşürecektir. Yâni mesele şuydu: Mülkiye ve Harbiye ittifâkına bağlı modernistler, modernleşmenin Mühendishâne cephesiyle derin bir çelişki içindeydiler. Nitekim, Süleyman Demirel, Necmeddin Erbakan ve Turgut Özal gibi İTÜ’lü mühendisler nesli, modernleşmeyi bürokratik eksenden çekip, meşrebi ve mezhebi muhafazakârlık olan mühendisliğin potasına yerleştirmek için büyük bir mesâi ortaya koydular. (Hoş, devrimci ODTÜ mühendisleri ise ancak meslek odasını elinde tuttu; zaman içinde alabildiğine sekterleşti ve İTÜ’lülere karşı kategorik bir istemezükçü blok kurmaktan geri kalmadı). Süleyman Demirel, sanayileşme açısından mühim altyapı hizmetlerine imzâ attı. Ama ne de olsa zihninin bir tarafı hâlâ bürokrasi ile bitişik olduğu için hayli pısırık kalıyordu.. İşte Erbakan Hoca, tam da bu noktada iki boyutlu bir hareket başlattı. Hem kültürel bir rövanşizm kampanyası başlattı; hem sanayileşme işinde en radikal adım sayılan ağır sanâyi hedefinin bayrağını açtı. Erbakan Hoca, meslektaşı ve fakülte arkadaşı Demirel’i montaj sanâyisi kurmakla suçluyordu. Esas yapılması gereken ağır sanâyi inşâ etmek ve motor üretimini başarmaktı.   Aslında Erbakan’ın trajedisi, pek çok mühendiste olduğu üzere, meseleyi sâdece bir teknoloji meselesi olarak görmesiydi. Hâlbuki mesele her şeyden evvel ekonomikti. Sanayileşmeyle refaha kendiliğinden ulaşılabileceğini düşünüyordu. Hâlbuki 1970’lerden başlayarak bizzat kapitalizmin iç çelişkileri sanayi yapılarının zemininde hasarlar üretmeye, refah toplumlarının kurumlarını sarsmaya başlamıştı. O günlere kadar sâdece sanayilere araçsal olarak hizmet veren teknolojinin, başta chip devrimi olmak üzere yeni buluşları da bunda rol oynamaya başlamıştı. Teknolojik gidişât, sanayi yapılarının iç çelişkilerinin doğurduğu tahribâtı hızlandırıyordu. Neticede sanayiye dayalı eski modeller aşınıyor; insanlık hızla, teknoekonomik yeni bir modele doğru hareketleniyordu. Bizde Turgut Özal ki, o da bir mühendisti, şu vaya bu derecede bu gelişmelerin farkındaydı.Erbakan ekolünü arkaik kılacak bir yırtıcılıkla Türk siyâset sahnesine çıktı. Zamân içinde Sanayi Bakanlığının ismi evvelâ Sanâyi ve Ticâret Bakanlığı; daha sonra da Sanâyi ve Teknoloji Bakanlığı olarak değiştirilmesi mânidar sayılmalıdır. Türkiye’nin meselesi sanâyileşememek değildir. Hattâ sanâyileşememiş olmak, gelişmeler, bilhassa bu uğurda ödenen insânî bedeller dikkâte alındığında bir târihsel fırsat olarak görülmesi için çok sayıda sebep vardır. Sanayi insanlığın üzerinden bir kasırga gibi geldi geçti. En son Çin bu kasırgaya tutuldu. Şu aralar Çin’den gelen haberler hiç de iç açıcı değil. Evet teknolojik birikimlerini de güçlendiriyorlar. Ama üzerlerinde sanayileşmenin getirdiği bütün yüklerle berâber. Ama sanayileşmeyi “beceremeyen” Hindistan bu açıdan çok daha şanslı. Tekno gelişimlerle uyumlu yeni atılımlarla, zannediyorum ki önümüzdeki on senelerde çok daha başka yerlerde olacak. Türklerin yeni dünyâda mâkus tâlihini kıracak çok ciddî bir mühendislik birikimi var. Bizim takıldığımız mania çok başka. Evet sanayileşemedik. Sanâyi toprağı, ziraatı çözerek ve büyük nüfusları proleterleştirerek başlar. Bizde de toprak çözüldü. Nüfuslar şehirlere yığıldı. Bunun neticesinde, ekonomik değeri tartışmalı olan, çok defâ bürokrasi ile işbirliği hâlinde olan hoyrat bir rant ekonomisi doğdu. Dinamikleri boğan da bu. Siyâset bizzat, ölü yatırımcı zümrelerden beslenir hâle geldi. Türkiye’nin diyalektiği, onu yeni asıra hazırlayan yeni mühendislik dinamikler ile onu akâmete uğratan ve uğratacak olan rant ekonomisi. Tuhaf olan, rant ekonomisinin hâlâ herkesin, bugün olmasa bile yarın diyerek kazanma umudunu ayık tutuyor. Kaybedenlerin şikâyetleri o kadar da inandırıcı değil. Kurumsal ve toplumsal düzeyde tesirleri olan yakıcı bir asit bu. Pırıl pırıl binlerce Türk mühendisi, gecesi ve gündüzü ile çalışarak KAAN’ı ortaya çıkardı. Uçaktaki en çarpıcı başarı, başta yazılımlar olmak üzere en ileri teknolojik aksâmın sonuna kadar milli olmasıydı. Motorların şimdilik dışarıdan gelmesi bir mahzur değil. Bu kabiliyetli nesiller bir kaç sene içinde onu da yapacaklardır. Dediğimiz gibi; mesele çok başka ve derinlerde…
Ekleme Tarihi: 26 Şubat 2024 - Pazartesi

Bu kabiliyetli nesiller bir kaç sene içinde onu da yapacaklardır.

Kaan uçağının ilk test uçuşu başarıyla gerçekleşti. Binlerce Türk mühendisi ve teknikerinin ortak gayreti nihâyet meyve verdi. Garip olan husus, bâzı çevrelerin bu başarıyı küçümseme, gözden düşürmek gayretiyle ortaya dökülmüş olmasıydı. Ataları , Osmanlı’da “Ocakçı istemezikçüler” olarak bilinen bir çevre bu. Kaan’ın motorlarının yurt dışından getirtilmiş olmasını, muhalefet etmelerinin merkezine koyan açıklamalar geldi bunlardan. Motorlar dışarıdan geliyorsa, Kaan’ı milli uçak olarak lanse etmek ne kadar doğru olabilirdi ki?
70’li senelerde Erbakan Hoca, propagandalarında modernleşme azim ve kararlılığında olan milletimizin en hassas meselesi olan sanâyi hamlesinin bayrağını yükseltiyordu. Doğrusu o bayrak hanidir yerlerde sürünmekteydi. Kurucu modernistler, modernleşmenin en kalbî meselesi olan sanayileşmeyi başaramamış; bu açığı da meseleyi kültürel bir savaşa tahvil ederek kapatmak istemişti. Sanayileşmenin başarılamamasının yegâne sebebi, kültürel ve zihnî olarak buna hazır olmamamızdı. Sanayileşme nihâyetinde bir mühendislik meseleydi; ama bunun başarılabilmesi için esaslı bir zihniyet devrimine ihtiyaç vardı. O da, kültürel bir seferberlik ile sağlanabilirdi. Din, gelenek ve hurâfelerin zihniyet dünyâmızdan kovulması evveliyetli bir meseleydi. Hâsılı, Mekteb-i Mülkiye ve Mekteb-i Harbiye modernistleri, şu veyâ bu sebeple başaramadıkları bir ev ödevini başka bir evveliyete dayandırarak başlarında atıyorlardı. Beyaz Türkler olarak anılan bu çevrelerin günümüzde yaşadıkları kültürel kütleşmede esas rol oynayan da bu savsaklamadır. Anlayamadıkları husus, Mekteb-i Mühendishâne’nin târihsel-kültürel dünyâsıydı. Esâsen mühendislik âlemi başından beri statik-dinamik dengesiyle düşünen bir iklime sâhip olagelmiştir. Yâni muhafazakâr ethos mühendislerin zihin âlemine, bir sevk-ı tabiî olarak içkin olagelmiştir. Bir mühendisin katıksız, radikal bir devrimci olması biraz da tuhaf bir durumdur. Muhtemelen onun bu durumu kendisini, arkadaşlarının pek çoğunun gözünde, dinamik hesapların büyüsüne kapılmış, statik hesapları gözden kaçırmış bir fanatik; daha mühimi aldığı tedrisâtın hakkını vermekte gaflete düşmüş bir kişi mertebesine düşürecektir. Yâni mesele şuydu: Mülkiye ve Harbiye ittifâkına bağlı modernistler, modernleşmenin Mühendishâne cephesiyle derin bir çelişki içindeydiler. Nitekim, Süleyman Demirel, Necmeddin Erbakan ve Turgut Özal gibi İTÜ’lü mühendisler nesli, modernleşmeyi bürokratik eksenden çekip, meşrebi ve mezhebi muhafazakârlık olan mühendisliğin potasına yerleştirmek için büyük bir mesâi ortaya koydular. (Hoş, devrimci ODTÜ mühendisleri ise ancak meslek odasını elinde tuttu; zaman içinde alabildiğine sekterleşti ve İTÜ’lülere karşı kategorik bir istemezükçü blok kurmaktan geri kalmadı).
Süleyman Demirel, sanayileşme açısından mühim altyapı hizmetlerine imzâ attı. Ama ne de olsa zihninin bir tarafı hâlâ bürokrasi ile bitişik olduğu için hayli pısırık kalıyordu.. İşte Erbakan Hoca, tam da bu noktada iki boyutlu bir hareket başlattı. Hem kültürel bir rövanşizm kampanyası başlattı; hem sanayileşme işinde en radikal adım sayılan ağır sanâyi hedefinin bayrağını açtı. Erbakan Hoca, meslektaşı ve fakülte arkadaşı Demirel’i montaj sanâyisi kurmakla suçluyordu. Esas yapılması gereken ağır sanâyi inşâ etmek ve motor üretimini başarmaktı.
 
Aslında Erbakan’ın trajedisi, pek çok mühendiste olduğu üzere, meseleyi sâdece bir teknoloji meselesi olarak görmesiydi. Hâlbuki mesele her şeyden evvel ekonomikti. Sanayileşmeyle refaha kendiliğinden ulaşılabileceğini düşünüyordu. Hâlbuki 1970’lerden başlayarak bizzat kapitalizmin iç çelişkileri sanayi yapılarının zemininde hasarlar üretmeye, refah toplumlarının kurumlarını sarsmaya başlamıştı. O günlere kadar sâdece sanayilere araçsal olarak hizmet veren teknolojinin, başta chip devrimi olmak üzere yeni buluşları da bunda rol oynamaya başlamıştı. Teknolojik gidişât, sanayi yapılarının iç çelişkilerinin doğurduğu tahribâtı hızlandırıyordu. Neticede sanayiye dayalı eski modeller aşınıyor; insanlık hızla, teknoekonomik yeni bir modele doğru hareketleniyordu. Bizde Turgut Özal ki, o da bir mühendisti, şu vaya bu derecede bu gelişmelerin farkındaydı.Erbakan ekolünü arkaik kılacak bir yırtıcılıkla Türk siyâset sahnesine çıktı. Zamân içinde Sanayi Bakanlığının ismi evvelâ Sanâyi ve Ticâret Bakanlığı; daha sonra da Sanâyi ve Teknoloji Bakanlığı olarak değiştirilmesi mânidar sayılmalıdır.

Türkiye’nin meselesi sanâyileşememek değildir. Hattâ sanâyileşememiş olmak, gelişmeler, bilhassa bu uğurda ödenen insânî bedeller dikkâte alındığında bir târihsel fırsat olarak görülmesi için çok sayıda sebep vardır. Sanayi insanlığın üzerinden bir kasırga gibi geldi geçti. En son Çin bu kasırgaya tutuldu. Şu aralar Çin’den gelen haberler hiç de iç açıcı değil. Evet teknolojik birikimlerini de güçlendiriyorlar. Ama üzerlerinde sanayileşmenin getirdiği bütün yüklerle berâber. Ama sanayileşmeyi “beceremeyen” Hindistan bu açıdan çok daha şanslı. Tekno gelişimlerle uyumlu yeni atılımlarla, zannediyorum ki önümüzdeki on senelerde çok daha başka yerlerde olacak.

Türklerin yeni dünyâda mâkus tâlihini kıracak çok ciddî bir mühendislik birikimi var. Bizim takıldığımız mania çok başka. Evet sanayileşemedik. Sanâyi toprağı, ziraatı çözerek ve büyük nüfusları proleterleştirerek başlar. Bizde de toprak çözüldü. Nüfuslar şehirlere yığıldı. Bunun neticesinde, ekonomik değeri tartışmalı olan, çok defâ bürokrasi ile işbirliği hâlinde olan hoyrat bir rant ekonomisi doğdu. Dinamikleri boğan da bu. Siyâset bizzat, ölü yatırımcı zümrelerden beslenir hâle geldi. Türkiye’nin diyalektiği, onu yeni asıra hazırlayan yeni mühendislik dinamikler ile onu akâmete uğratan ve uğratacak olan rant ekonomisi. Tuhaf olan, rant ekonomisinin hâlâ herkesin, bugün olmasa bile yarın diyerek kazanma umudunu ayık tutuyor. Kaybedenlerin şikâyetleri o kadar da inandırıcı değil. Kurumsal ve toplumsal düzeyde tesirleri olan yakıcı bir asit bu.

Pırıl pırıl binlerce Türk mühendisi, gecesi ve gündüzü ile çalışarak KAAN’ı ortaya çıkardı. Uçaktaki en çarpıcı başarı, başta yazılımlar olmak üzere en ileri teknolojik aksâmın sonuna kadar milli olmasıydı. Motorların şimdilik dışarıdan gelmesi bir mahzur değil. Bu kabiliyetli nesiller bir kaç sene içinde onu da yapacaklardır. Dediğimiz gibi; mesele çok başka ve derinlerde…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.