pendik escort bayan
ak
Orhan ARSLAN
Köşe Yazarı
Orhan ARSLAN
 

NEDEN BAŞARAMADIK

NEDEN     BAŞARAMADIK...Hep soruyoruz, hep sebep arıyoruz, olmadı; bir suçlu bulmaya çalışıyoruz... Oysa ki; başarının temeli, inancımıza göre, önce kendimizden başlamaktır, ilkesini neden ise; hep unutuyoruz...Neden.  Başaramadık...  Çünkü, yapmak istediklerimizi, hep konuşuyoruz. Pratikte konuştuklarımızı, kendi hayatımızda bile; uygulamayı beceremedik... Asıl işin konuşmak değil; yaşamak olduğu, olgusunu bir türlü anlamadık....   Önceliğimiz olması gereken; Aile ve Evimizden başlayarak, arızalı hayat tarzımızı devam ettirdik... Evimizi ailemizi kurtaramadık amma; dünyayı kurtarmaya çalıştık...Neden başaramadık... Sorumluluğumuzu hayatımıza değil; kelimelere yükledik... Tüm kavramlarımız, değerlerimiz dillerde idi. Hayatımızda değil... En basit hayat kurallarını hiçe saydık. Tüm değer yargılarına hayatımızda yer vermedik. Vefa, adalet, saygı, sevgi, tahammül, doğruluk, sorumluluk, sadece kavram olarak hafızamızda kaldı. Hayatımızdan uzaklaştı. Hep ibadet yapıyoruz diye, avunduk. İbadetlerimiz hayat tarzımıza, etki edemedi. Geçimsizlik, güler yüzden uzak olma, ötekileştirme, insanları sevmeme ve saygı göstermeme,  çekememezlik, hayatımızın hep içerisinde oldu. Kardeşlik hukukumuzun bile ne olduğunu bilemedik. En basit yarar ilişkimize ters düşünce, fikir ayrılığımız olunca;  insanı düşman ilan ettik... Baş örtüsünü savunduk.  Savunduklarımızdan olan baş örtüsünü, ailemiz elemanlarına  taktıramadık... Suçu hep başkalarında aradık. Gerçek sorumluyu biliyor olsak bile; dilimizle söyleyemedik. Hep ilahiyatçıların kalitesizliğinden şikayetçi olup, kolay yolu seçtik. O, şikayetçi olduğumuz insanlar ile; kimi zaman, bazıları ile; aynı hedefe doğru yürüdüğümüzü unuttuk. Dini, Diyaneti, Din adamlarını; camilere hapsettik. Bindiğimiz dalları, ellerimizle kestik...Çocuklarımızın ve Gençlerimizin Dini eğitimlerini ciddiye almadık. Bir okul kazansın diye; harcadığımız parayı, zamanı unuttuk. Matematik dersi için; özel hocalar tutar iken; dini eğitimle ilgili doğru-dürüst adım atmadık. Para ve zaman ayırmadık. Hatta, para isteyen  dini eğitim veren yer var ise; onu hakir gördük.Neden başaramadık....    İnsanlara kimi zaman tepeden baktık, halkın içerisine giremedik, hep yabancı gibi kaldık. Oysa ki; iç, içe olmamız gerekiyordu. Hep eleştirdiğimiz başa bağlı olmak, temasını aslında en fazla uygulayanlardan olduk. Kurtuluşu hep liderin başını çektiği,   hareketlerde aradık. Başarıyı da, başarısızlığı da; O hareketleri yürütenlere, yükledik... Bizim , o hareketlerin içerisinde ne kadar  hazır olup, olmadığımızı sorgulamadık. Genel olarak, Aynaya bakarak; kendimize çeki düzen vereceğimiz yerde; hep kusurları başkalarında aradık. Eksikliği noksanlığı hiç kendimize yakıştıramadık. Biz her şeyi biliyoruz, edasında idik. Nefsimize karşı dokunulmazlığımız vardı. Yaptıklarımız küçük kusurlar idi; ancak, bedelleri ağır oldu. Altında ezildik...Neden başaramadık...     Kimse sorumluluk alanında öncelikle kendisin olması gerektiği gerçeğini, unuttu. Yaşadığı her alanda yaşantısı ile, davranışları ile örnek olması gereken bizler; bırakın örnek olma özelliğini taşımayı, yanlışlarla gösterilen, yaptığı yanlışlarla anılan insan olduk. Şahsımızı üzerinden dini kavramlar; alay konusu oldu... Şu hacıya bak.., Şu hocaya bak, denildi...En çok şikayetçi olduğumuz helal lokma kazanımı ve tüketimi konusunda özen gösteremedik. Ne alış veriş yaptığımız yerlere dikkat ettik. Ne faize, ne Emeksiz kazanmaya... Hep çuvalladık... Belirlediğiniz hedefe ulaşmak için; her yolu mübah saydık. Bizim dışımızda inancımıza uymayan insanların kullanım alanlarını tercih ettik. Onların kullanım alanlarına girmekten zevk aldık. Kendi yaşam alanlarımızı, çevremizi oluşturamadık. Kendi alış veriş alanlarımızı oluşturamadık. Hep başkalarının oluşturdukları alanlarda; esir gibi,  yabancı gibi, dolaşır olduk. Domuz eti satılan yerlerden alış-veriş yapar olduk. Başkalarının yapmış olduğu yanlış uygulamaları açıklar olduk. Bizler, doğrusunu yapmayı, helal gıda üretmeyi hedefe koyamadık. Onlar ise; hakim oldukları  bu alanlara bizlerin zorla girme çabasından hep rahatsız oldular. Bu rahatsızlık bile; bizi uyandırmadı. Israrla onlarla birlikte ortak alan, kullanmayı; bizim için, bir  ayrıcalık olarak, gördük. Hatta, O, tür alanlarda olmaktan mutlu olduk. Başkalarına şatafatlı sözlerle anlatır olduk. Oysa ki; bizim O, alanlarda olmamamız gerekiyordu. Çünkü, biz orada yabancı idik... Kendi inancımıza uygun mekanları, alanları, zeminleri oluşturamadık. Beceremedik. Hazır başkalarının kullanıma açtığı alanlara girmeye çalıştık. Öyle yaparak, avunduk... Heyhat, bizim sosyal hayat alanlarımız, çevrelerimiz, mekanlarımız nerede? Diye sorgulamadık. Sorunu çözmek için; kafa yormadık...Neden başaramadık... Bu kadar olumsuzluklardan sonra; mutlak zaferler bekledik... Çocuklarımıza ideal meslek kazansınlar diye; maddi manevi destekler verdik. Amma, öncelikle onlara; insan olmaları gerektiğini, adam olması gerektiğini öğretemedik. Üstelik dert de; edinmedik... Bize göre eğitim açısından başarılı diye takdim edilen okullara çocuklarımızı; koşarak gönderdik. Eğitim açısından başarılı olduğu iddia edilen; O, okulların ahlak ve maneviyat durumu nedir? diye sorgulamadık. Oğlum-kızım, falan meslek sahibi olsun da; ne olursa olsun, mantığı ile hareket ettik. Baş örtülü annesinin yanında kızımızın neden başının  açık olduğunun hesabını dahi; kendi kendimize veremedik. Adam sende dedik, geçtik... Hep Diyaneti ve din adamlarını suçladık... Koca bir dinin yükünü onların omuzuna yükledik... Düğünlerimizi, derneklerimizi, kendi inancımıza uygun hale getiremedik. Çözümler, değil; ekonomik alanda bile; çözümsüzlükler ürettik. Bütün bunlara rağmen, kurtarıcı aradık... Kimi zaman siyasette, kimi zaman tarikatta... Asıl kurtarıcılığın bizim omuzlarımızda olduğunu unuttuk.. Ucuzculuğa soyunduk, sorumluluktan kaçtık... Doğruyu sorgulamayı bile; unuttuk... Çünkü, biz her şeyi biliriz... Biz, suçsuzuz.. Biz Deviz... Suçlu hep başkasıdır, dedik...Mesaimizin çoğu zamanını; inanç sistemimize uygun bir şekilde değil; zamanın ve zeminin uygun şartlarına göre; düzenledik. Kısacası, mevcut sistemin çepeçevre bizi kuşatmış haline; isyan edemedik. Dışarıdan bizi gözlemleyen insanların, görüş ve düşüncelerine göre; uygun hareketler yapmaya başladık. Acaba ne derler? Sorusuna karşı vereceğimiz cevap hep ağır geldi.Siyasi alanda elde ettiğimiz kazanımlarımız bile; sorgulanır oldu. Çünkü, en azından kendi yetkimiz altında olan konu ve konumlarda bile; bizleri karşı tarafın fikirleri, yönlendirdi. Gerçek kimliğimizi, kişiliğimizi, ortaya koyamaz olduk. Çünkü, ne derler? Baskısı ağır geldi altında ezildik. Hata, küçük, küçük karşı tarafa yaranmak adına; bizim fikir ve düşüncemize uygun olmayan; fiil ve eylemlerde bulunur olduk. Bu eylemlerin reklamlarını, yapar olduk. Emanet ehli olabilme ihtimalimizi sorgulamadık? Manevi sorumluluğumuz nedir? diye bir soru aklımıza gelmedi.Siyasi çekişmelerimiz, ikbal ve gelecek endişesi ile; şekillenir oldu. Kimi zaman, aynı yolun yolcusu olan dostlar; kardeşlik, yol arkadaşlığı hukuklarını unutarak, her alanda;çok acımasız, kardeşlik hukuklarını zedeleyecek şeklide; birbirlerine kaşı saldırgan oldular. Bir şeklide iş, eleştiri ve yol gösterme amacı olmaktan çıkarak; şahsi emellerin öne çıktığı, tartışma ortamları oluşturdu. Halbuki, gıybet , iftira, dedi-kodu, haram değil miydi? Ne oldu? Hükümler mi değişti? Anlaşılan iktidar olma işi; bizi bozmuştu...  Sivil toplum örgütlerimiz, toplumu yönlendirecek konumda olmaları gerekir. Onlar ise; derin bir sessizliğe gömüldüler. Yukarıda sıraladığımız, öz meselelerimizi çözmek için, çaba harcamadılar. Devleti yönetenlere bu konuda; yönlendiricilik yapamadılar. Kendi iç dünyalarında, sınırlı faaliyetler ile; varlıklarını sürdürmeye çalıştılar. Bu ağır yükü taşımak adına; gayret göstermede, zayıf kaldılar. Bazı sivil toplum örgütleri ise; Devletin imkanların yararlanılarak açılan İHL okulları ve onun devamı olan İlahiyat fakültelerini, hedef alarak; eleştiri bombardımanına tuttular. Yerden yere vurdular. Bu anlamsız işi neden yapmaktadırlar? Anlamakta zorlanıyorum. Çünkü, Devletin o kadar eleştirilecek uygulamalarına ses çıkarmayan bu sivil toplum örgütlerinin malum okulları; hedef tahtasına koymasını; ibretle ve şaşkınlıkla izliyorum. Soruyorum size; hedefiniz, amacınız nedir? Dini tedrisatta biraz olsun çaba göstermesi istenen bu okulların, eleştirisini yapan dostlarımız; ya müfredatlarını bilmiyorlar? Ya derslerinin ne okutulduğunu bilmiyorlar. Kendinize geliniz dostlar. O, Okullar birer medrese değildir. Gerçi bazılarının yanında; medreselerinde bir anlamı yoktur. O da; işin başka bir boyutu... Eğer bir iş yapacaksanız, Devlete yönlendiricilik yaparak; dini eğitimin diğer okullarda da; yaygınlaşmasını sağlayın... Örneğin Hastahanelere din görevlisi atanması için gayret gösterin... Bağımlılıkla mücadele kapsamında ekibin içinde; bir din adamının da; görevlendirilmesi için; fikir üretin... Diyanet Başkanlığının bağımsızlığı için; mücadele edin... ÖSYM soruları içerisinde; Din kültürü dersinden soru olması için; mücadele edin. Neden orta okul sonrası;  Liseye kayıt sınavlarında Din Dersi sorular var da; ÖSYM sınavlarında yoktur. Kısacası uğraşacak o kadar mesele var...                                                                                                                                                                                                           İHL ve İlahiyatların yakasından düşün... Halkımız nezdinde; değeriniz düşmektedir... Haberiniz olsun. 
Ekleme Tarihi: 15 Ağustos 2019 - Perşembe

NEDEN BAŞARAMADIK

NEDEN     BAŞARAMADIK...
Hep soruyoruz, hep sebep arıyoruz, olmadı; bir suçlu bulmaya çalışıyoruz... Oysa ki; başarının temeli, inancımıza göre, önce kendimizden başlamaktır, ilkesini neden ise; hep unutuyoruz...
Neden.  Başaramadık...  Çünkü, yapmak istediklerimizi, hep konuşuyoruz. Pratikte konuştuklarımızı, kendi hayatımızda bile; uygulamayı beceremedik... Asıl işin konuşmak değil; yaşamak olduğu, olgusunu bir türlü anlamadık....   Önceliğimiz olması gereken; Aile ve Evimizden başlayarak, arızalı hayat tarzımızı devam ettirdik... Evimizi ailemizi kurtaramadık amma; dünyayı kurtarmaya çalıştık...
Neden başaramadık... Sorumluluğumuzu hayatımıza değil; kelimelere yükledik... Tüm kavramlarımız, değerlerimiz dillerde idi. Hayatımızda değil... En basit hayat kurallarını hiçe saydık. Tüm değer yargılarına hayatımızda yer vermedik. Vefa, adalet, saygı, sevgi, tahammül, doğruluk, sorumluluk, sadece kavram olarak hafızamızda kaldı. Hayatımızdan uzaklaştı. Hep ibadet yapıyoruz diye, avunduk. İbadetlerimiz hayat tarzımıza, etki edemedi. Geçimsizlik, güler yüzden uzak olma, ötekileştirme, insanları sevmeme ve saygı göstermeme,  çekememezlik, hayatımızın hep içerisinde oldu. Kardeşlik hukukumuzun bile ne olduğunu bilemedik. En basit yarar ilişkimize ters düşünce, fikir ayrılığımız olunca;  insanı düşman ilan ettik... 
Baş örtüsünü savunduk.  Savunduklarımızdan olan baş örtüsünü, ailemiz elemanlarına  taktıramadık... Suçu hep başkalarında aradık. Gerçek sorumluyu biliyor olsak bile; dilimizle söyleyemedik. Hep ilahiyatçıların kalitesizliğinden şikayetçi olup, kolay yolu seçtik. O, şikayetçi olduğumuz insanlar ile; kimi zaman, bazıları ile; aynı hedefe doğru yürüdüğümüzü unuttuk. Dini, Diyaneti, Din adamlarını; camilere hapsettik. Bindiğimiz dalları, ellerimizle kestik...
Çocuklarımızın ve Gençlerimizin Dini eğitimlerini ciddiye almadık. Bir okul kazansın diye; harcadığımız parayı, zamanı unuttuk. Matematik dersi için; özel hocalar tutar iken; dini eğitimle ilgili doğru-dürüst adım atmadık. Para ve zaman ayırmadık. Hatta, para isteyen  dini eğitim veren yer var ise; onu hakir gördük.
Neden başaramadık....    İnsanlara kimi zaman tepeden baktık, halkın içerisine giremedik, hep yabancı gibi kaldık. Oysa ki; iç, içe olmamız gerekiyordu. Hep eleştirdiğimiz başa bağlı olmak, temasını aslında en fazla uygulayanlardan olduk. Kurtuluşu hep liderin başını çektiği,   hareketlerde aradık. Başarıyı da, başarısızlığı da; O hareketleri yürütenlere, yükledik... Bizim , o hareketlerin içerisinde ne kadar  hazır olup, olmadığımızı sorgulamadık. 
Genel olarak, Aynaya bakarak; kendimize çeki düzen vereceğimiz yerde; hep kusurları başkalarında aradık. Eksikliği noksanlığı hiç kendimize yakıştıramadık. Biz her şeyi biliyoruz, edasında idik. Nefsimize karşı dokunulmazlığımız vardı. Yaptıklarımız küçük kusurlar idi; ancak, bedelleri ağır oldu. Altında ezildik...
Neden başaramadık...     Kimse sorumluluk alanında öncelikle kendisin olması gerektiği gerçeğini, unuttu. Yaşadığı her alanda yaşantısı ile, davranışları ile örnek olması gereken bizler; bırakın örnek olma özelliğini taşımayı, yanlışlarla gösterilen, yaptığı yanlışlarla anılan insan olduk. Şahsımızı üzerinden dini kavramlar; alay konusu oldu... Şu hacıya bak.., Şu hocaya bak, denildi...
En çok şikayetçi olduğumuz helal lokma kazanımı ve tüketimi konusunda özen gösteremedik. Ne alış veriş yaptığımız yerlere dikkat ettik. Ne faize, ne Emeksiz kazanmaya... Hep çuvalladık... Belirlediğiniz hedefe ulaşmak için; her yolu mübah saydık. Bizim dışımızda inancımıza uymayan insanların kullanım alanlarını tercih ettik. Onların kullanım alanlarına girmekten zevk aldık. Kendi yaşam alanlarımızı, çevremizi oluşturamadık. Kendi alış veriş alanlarımızı oluşturamadık. Hep başkalarının oluşturdukları alanlarda; esir gibi,  yabancı gibi, dolaşır olduk. Domuz eti satılan yerlerden alış-veriş yapar olduk. Başkalarının yapmış olduğu yanlış uygulamaları açıklar olduk. Bizler, doğrusunu yapmayı, helal gıda üretmeyi hedefe koyamadık. Onlar ise; hakim oldukları  bu alanlara bizlerin zorla girme çabasından hep rahatsız oldular. Bu rahatsızlık bile; bizi uyandırmadı. Israrla onlarla birlikte ortak alan, kullanmayı; bizim için, bir  ayrıcalık olarak, gördük. Hatta, O, tür alanlarda olmaktan mutlu olduk. Başkalarına şatafatlı sözlerle anlatır olduk. Oysa ki; bizim O, alanlarda olmamamız gerekiyordu. Çünkü, biz orada yabancı idik... Kendi inancımıza uygun mekanları, alanları, zeminleri oluşturamadık. Beceremedik. Hazır başkalarının kullanıma açtığı alanlara girmeye çalıştık. Öyle yaparak, avunduk... Heyhat, bizim sosyal hayat alanlarımız, çevrelerimiz, mekanlarımız nerede? Diye sorgulamadık. Sorunu çözmek için; kafa yormadık...
Neden başaramadık... Bu kadar olumsuzluklardan sonra; mutlak zaferler bekledik... Çocuklarımıza ideal meslek kazansınlar diye; maddi manevi destekler verdik. Amma, öncelikle onlara; insan olmaları gerektiğini, adam olması gerektiğini öğretemedik. Üstelik dert de; edinmedik... Bize göre eğitim açısından başarılı diye takdim edilen okullara çocuklarımızı; koşarak gönderdik. Eğitim açısından başarılı olduğu iddia edilen; O, okulların ahlak ve maneviyat durumu nedir? diye sorgulamadık. Oğlum-kızım, falan meslek sahibi olsun da; ne olursa olsun, mantığı ile hareket ettik. Baş örtülü annesinin yanında kızımızın neden başının  açık olduğunun hesabını dahi; kendi kendimize veremedik. Adam sende dedik, geçtik... Hep Diyaneti ve din adamlarını suçladık... Koca bir dinin yükünü onların omuzuna yükledik... Düğünlerimizi, derneklerimizi, kendi inancımıza uygun hale getiremedik. Çözümler, değil; ekonomik alanda bile; çözümsüzlükler ürettik. 
Bütün bunlara rağmen, kurtarıcı aradık... Kimi zaman siyasette, kimi zaman tarikatta... Asıl kurtarıcılığın bizim omuzlarımızda olduğunu unuttuk.. Ucuzculuğa soyunduk, sorumluluktan kaçtık... Doğruyu sorgulamayı bile; unuttuk... Çünkü, biz her şeyi biliriz... Biz, suçsuzuz.. Biz Deviz... Suçlu hep başkasıdır, dedik...
Mesaimizin çoğu zamanını; inanç sistemimize uygun bir şekilde değil; zamanın ve zeminin uygun şartlarına göre; düzenledik. Kısacası, mevcut sistemin çepeçevre bizi kuşatmış haline; isyan edemedik. Dışarıdan bizi gözlemleyen insanların, görüş ve düşüncelerine göre; uygun hareketler yapmaya başladık. Acaba ne derler? Sorusuna karşı vereceğimiz cevap hep ağır geldi.
Siyasi alanda elde ettiğimiz kazanımlarımız bile; sorgulanır oldu. Çünkü, en azından kendi yetkimiz altında olan konu ve konumlarda bile; bizleri karşı tarafın fikirleri, yönlendirdi. Gerçek kimliğimizi, kişiliğimizi, ortaya koyamaz olduk. Çünkü, ne derler? Baskısı ağır geldi altında ezildik. Hata, küçük, küçük karşı tarafa yaranmak adına; bizim fikir ve düşüncemize uygun olmayan; fiil ve eylemlerde bulunur olduk. Bu eylemlerin reklamlarını, yapar olduk. Emanet ehli olabilme ihtimalimizi sorgulamadık? Manevi sorumluluğumuz nedir? diye bir soru aklımıza gelmedi.
Siyasi çekişmelerimiz, ikbal ve gelecek endişesi ile; şekillenir oldu. Kimi zaman, aynı yolun yolcusu olan dostlar; kardeşlik, yol arkadaşlığı hukuklarını unutarak, her alanda;çok acımasız, kardeşlik hukuklarını zedeleyecek şeklide; birbirlerine kaşı saldırgan oldular. Bir şeklide iş, eleştiri ve yol gösterme amacı olmaktan çıkarak; şahsi emellerin öne çıktığı, tartışma ortamları oluşturdu. Halbuki, gıybet , iftira, dedi-kodu, haram değil miydi? Ne oldu? Hükümler mi değişti? Anlaşılan iktidar olma işi; bizi bozmuştu...  Sivil toplum örgütlerimiz, toplumu yönlendirecek konumda olmaları gerekir. Onlar ise; derin bir sessizliğe gömüldüler. Yukarıda sıraladığımız, öz meselelerimizi çözmek için, çaba harcamadılar. Devleti yönetenlere bu konuda; yönlendiricilik yapamadılar. Kendi iç dünyalarında, sınırlı faaliyetler ile; varlıklarını sürdürmeye çalıştılar. Bu ağır yükü taşımak adına; gayret göstermede, zayıf kaldılar. Bazı sivil toplum örgütleri ise; Devletin imkanların yararlanılarak açılan İHL okulları ve onun devamı olan İlahiyat fakültelerini, hedef alarak; eleştiri bombardımanına tuttular. Yerden yere vurdular. Bu anlamsız işi neden yapmaktadırlar? Anlamakta zorlanıyorum. Çünkü, Devletin o kadar eleştirilecek uygulamalarına ses çıkarmayan bu sivil toplum örgütlerinin malum okulları; hedef tahtasına koymasını; ibretle ve şaşkınlıkla izliyorum. Soruyorum size; hedefiniz, amacınız nedir? Dini tedrisatta biraz olsun çaba göstermesi istenen bu okulların, eleştirisini yapan dostlarımız; ya müfredatlarını bilmiyorlar? Ya derslerinin ne okutulduğunu bilmiyorlar. Kendinize geliniz dostlar. O, Okullar birer medrese değildir. Gerçi bazılarının yanında; medreselerinde bir anlamı yoktur. O da; işin başka bir boyutu... Eğer bir iş yapacaksanız, Devlete yönlendiricilik yaparak; dini eğitimin diğer okullarda da; yaygınlaşmasını sağlayın... Örneğin Hastahanelere din görevlisi atanması için gayret gösterin... Bağımlılıkla mücadele kapsamında ekibin içinde; bir din adamının da; görevlendirilmesi için; fikir üretin... Diyanet Başkanlığının bağımsızlığı için; mücadele edin... ÖSYM soruları içerisinde; Din kültürü dersinden soru olması için; mücadele edin. Neden orta okul sonrası;  Liseye kayıt sınavlarında Din Dersi sorular var da; ÖSYM sınavlarında yoktur. Kısacası uğraşacak o kadar mesele var...                                                                                                                                                                                                           İHL ve İlahiyatların yakasından düşün... Halkımız nezdinde; değeriniz düşmektedir... Haberiniz olsun.
 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.