pendik escort bayan
ak
Yavuz BAŞAR
Köşe Yazarı
Yavuz BAŞAR
 

DATCU ,DAN YAZILAR

YANLIŞ MUTLULUKAsırlar geçiyor, imkanlar artıyor ama insanoğlu daha mutlu değil. Araştırmalar, artan refah düzeyi, gelişen maddi imkanlar ya da teknolojik ilerlemelere rağmen daha mutlu olması beklenen insanın daha depresif olduğuna işaret ediyor.Mutluluk memnuniyettir diyor, bir psikiyatrist dostum Mutluluk, şükrandır deniyor. Bu anlamıyla insan daha çok sahip fakat daha memnuniyetsiz bir canlı olmaya başlamış gibi gözüküyor.Tüketim toplumu, tüketmeye, sahip olmaya, arzularımızı tatmin etmeye yönelik vaazına devam ediyor. Sahip ol, mutlu ol, al, tüket, doy.. Peki ol diyen var mı, ol?Çalışmalar, tatmin edilen hazzın kısa süreli mutluluğa neden olduğunu uzun vadede ise insanın duygularında herhangi bir kalıcı değişim yaratmadığını söylüyor. Hatta piyango kazanıp milyon  lıralar kazanan insanların bir sene kadar sonra eski mutluluk düzeylerine geri döndükleri biliniyor. Peki mutluluğun tarifini mi yanlış yaptık yoksa mutluluk yanlış yerlerde mi aranıyor? Mesela artan imkanlar ve daha fazla artan arzularınla hep bir şey eksik mi ? Çoğalan kalabalıkta midene ufaktan bir yalnızlık mı var oturuyor ? Herşey ulaşılabilir oysaki 2020 li yılların bu teknoloji çağında.Her an görebildiğin kişiler, erişebildiğin sesler, çabuk yakalayabildiğin hazlar, gösterebildiğin mutlulukların var. Kalabalıksın, sosyalsin.. Güzel mekanlarda, güzel kişilerle, güzel yemekler yemektesin.. İmajın toz bulutu gibi yükseltmekte kendini, bolca beğenilmektesin. Takip edilmektesin.Sosyal medya ve internet çağında hepimiz kimliğimizi kısayollardan ve kestirme tünellerden hızlıca parlatıyoruz. Değerli hissetmek değil mi hepimizin derdi? Beğenilen, sevilen, özenilen ve kendini sevebilen biri olmak istiyoruz. Sosyal medya, bize bu arzuların gerçekleşebileceği en azından gerçekleşmiş illüzyonunu oluşturabilecek bir “sanal dünya” sunuyor.Gerçek ilişkilere, vefaya, sorumluluğa, ihtiyaç sahibine yetişmeye, kötü gün dostu olmaya harcanan emek maalesef giderek azalıyor. Sosyal medya zehirlenmesi, zehirli balını kısa vadede ağzımıza çaldığı beğeniler üzerinden içimize zerk ediyor. Tüm zaman sermayemiz, enerjimiz, mutluluklarımızı görsellerle paylaşmaya, bir ötekini takip etmeye, kıyaslamaya ve rekabete harcanıyor. Bir resmi beğenince iletişim kurmuş, bir gönderiye yorum yapınca vefalı olmuş, bir zulme sövünce sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluyoruz. Dünyayı sosyal medyadan kurtarıyor, mağdurun yanında sosyal medyada duruyor, özgüvenimizi sosyal medyada biriktirdiğimiz beğeniler üzerinden devşiriyoruz.Mekanlara giriyor, mekanlardan çıkıyoruz. an kayıp gitmekte elimizden. Resimleri çekerken, telefonlarımıza bakarken, sosyal medya mecralarına anı hibe ediyoruz. Sanal dünyada büyüyen egolar, gerçek dünyada çüreyen “ben” lere denk geliyor. Karşısındakin gözüne bakmayan, muhabbeti azaltmış, teması en aza indirgemiş, “gösteri dünyasının yıldızları” olarak gerçek hayatta yıldızımızın ışığını kaybediyoruz.Çok beğeni alan, çok takipçisi olan, oyun dünyasının şampiyonları, instagramın prensesleri… Gece 12 de baklabağına dönüşebiliyor. Annesinin gözünün içine bakmamış, dostunun derdini farketmemiş, bir çocuğun başını geçerken okşamamış, hatta görmemiş, doğanın içinde elektronik küçük kutuların ekranında kaybolmuş yaşamaktayız..Anı kaybeden, kendini, geleceğini kaybediyor.. Deneyimler, ağzımızdan girip diibi delik torbamızdan dışarı akıyor adeta.. Otomatik pilottaki hayatlarımız, geçtiğimiz yoldaki kediyi görmemize mani oluyor..Sahte gebelik gibi hiç doğmayacak bir çocuğun serüveninde, sahte kendilikler doğsun diye beslenmeye devam ediyor.. Başkalarının gözünü boyamaktan geçen bir değerlilik duygusuna yapılan yatırım, zamanımızı, emeğimizi, sermayemizi sarmış durumda.. Yankılardan, yansımalardan bir güneş yaratmaya çalışılıyor..Ancak ve ancak ilişkilerimiz, duyarlılığımız , değerlerimiz, eylemlerimiz, hayata temas edişimiz ve üretgenliğimiz ışığında büyüyebilecek gerçek kendiliğimiz, içimizdeki gerçek çocuk, kayıp, uzakta ya da aç bırakılmış durumda.. Aslında yaşamın anlamını soruşturan iç sesimizi duymak acıtıyor.Odaklandığımız sanal dünya, sahip olma hali, tüketmek, imaj yaratmak, beğeni satın almak belliki şişkinlik yarattığı egolarımızın aslında kuyusunu kazanıyor. Belli ki “olmak” unutulmuş durumda ve sahip olmalar bütün enerjimizi gasp ediyor.Sosyal medya kullanımı bir değerlilik sermayesine, imaj satın almaya, göstermeye ve sahteleşmeye odaklandığında bu hem ilişkileri hem de özgüvenimizi olumsuz yönde etkiliyor.Anı yaşamak, göstermeden “olmak”, sahip olmadan üretmek, dertlere temas etmek, değerlerimizle irtibata geçmek.. Zor durumdaki psikolojimizi koruyacak ve onaracak anahtar kelimeler gibi gözüküyor.. 
Ekleme Tarihi: 29 Mart 2018 - Perşembe

DATCU ,DAN YAZILAR

YANLIŞ MUTLULUK

Asırlar geçiyor, imkanlar artıyor ama insanoğlu daha mutlu değil. Araştırmalar, artan refah düzeyi, gelişen maddi imkanlar ya da teknolojik ilerlemelere rağmen daha mutlu olması beklenen insanın daha depresif olduğuna işaret ediyor.

Mutluluk memnuniyettir diyor, bir psikiyatrist dostum Mutluluk, şükrandır deniyor. Bu anlamıyla insan daha çok sahip fakat daha memnuniyetsiz bir canlı olmaya başlamış gibi gözüküyor.

Tüketim toplumu, tüketmeye, sahip olmaya, arzularımızı tatmin etmeye yönelik vaazına devam ediyor. Sahip ol, mutlu ol, al, tüket, doy.. Peki ol diyen var mı, ol?

Çalışmalar, tatmin edilen hazzın kısa süreli mutluluğa neden olduğunu uzun vadede ise insanın duygularında herhangi bir kalıcı değişim yaratmadığını söylüyor. Hatta piyango kazanıp milyon  lıralar kazanan insanların bir sene kadar sonra eski mutluluk düzeylerine geri döndükleri biliniyor. Peki mutluluğun tarifini mi yanlış yaptık yoksa mutluluk yanlış yerlerde mi aranıyor? Mesela artan imkanlar ve daha fazla artan arzularınla hep bir şey eksik mi ? Çoğalan kalabalıkta midene ufaktan bir yalnızlık mı var oturuyor ? Herşey ulaşılabilir oysaki 2020 li yılların bu teknoloji çağında.
Her an görebildiğin kişiler, erişebildiğin sesler, çabuk yakalayabildiğin hazlar, gösterebildiğin mutlulukların var. Kalabalıksın, sosyalsin.. Güzel mekanlarda, güzel kişilerle, güzel yemekler yemektesin.. İmajın toz bulutu gibi yükseltmekte kendini, bolca beğenilmektesin. Takip edilmektesin.

Sosyal medya ve internet çağında hepimiz kimliğimizi kısayollardan ve kestirme tünellerden hızlıca parlatıyoruz. Değerli hissetmek değil mi hepimizin derdi? Beğenilen, sevilen, özenilen ve kendini sevebilen biri olmak istiyoruz. Sosyal medya, bize bu arzuların gerçekleşebileceği en azından gerçekleşmiş illüzyonunu oluşturabilecek bir “sanal dünya” sunuyor.

Gerçek ilişkilere, vefaya, sorumluluğa, ihtiyaç sahibine yetişmeye, kötü gün dostu olmaya harcanan emek maalesef giderek azalıyor. Sosyal medya zehirlenmesi, zehirli balını kısa vadede ağzımıza çaldığı beğeniler üzerinden içimize zerk ediyor. Tüm zaman sermayemiz, enerjimiz, mutluluklarımızı görsellerle paylaşmaya, bir ötekini takip etmeye, kıyaslamaya ve rekabete harcanıyor. Bir resmi beğenince iletişim kurmuş, bir gönderiye yorum yapınca vefalı olmuş, bir zulme sövünce sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluyoruz. Dünyayı sosyal medyadan kurtarıyor, mağdurun yanında sosyal medyada duruyor, özgüvenimizi sosyal medyada biriktirdiğimiz beğeniler üzerinden devşiriyoruz.

Mekanlara giriyor, mekanlardan çıkıyoruz. an kayıp gitmekte elimizden. Resimleri çekerken, telefonlarımıza bakarken, sosyal medya mecralarına anı hibe ediyoruz. Sanal dünyada büyüyen egolar, gerçek dünyada çüreyen “ben” lere denk geliyor. Karşısındakin gözüne bakmayan, muhabbeti azaltmış, teması en aza indirgemiş, “gösteri dünyasının yıldızları” olarak gerçek hayatta yıldızımızın ışığını kaybediyoruz.

Çok beğeni alan, çok takipçisi olan, oyun dünyasının şampiyonları, instagramın prensesleri… Gece 12 de baklabağına dönüşebiliyor. Annesinin gözünün içine bakmamış, dostunun derdini farketmemiş, bir çocuğun başını geçerken okşamamış, hatta görmemiş, doğanın içinde elektronik küçük kutuların ekranında kaybolmuş yaşamaktayız..

Anı kaybeden, kendini, geleceğini kaybediyor.. Deneyimler, ağzımızdan girip diibi delik torbamızdan dışarı akıyor adeta.. Otomatik pilottaki hayatlarımız, geçtiğimiz yoldaki kediyi görmemize mani oluyor..

Sahte gebelik gibi hiç doğmayacak bir çocuğun serüveninde, sahte kendilikler doğsun diye beslenmeye devam ediyor.. Başkalarının gözünü boyamaktan geçen bir değerlilik duygusuna yapılan yatırım, zamanımızı, emeğimizi, sermayemizi sarmış durumda.. Yankılardan, yansımalardan bir güneş yaratmaya çalışılıyor..

Ancak ve ancak ilişkilerimiz, duyarlılığımız , değerlerimiz, eylemlerimiz, hayata temas edişimiz ve üretgenliğimiz ışığında büyüyebilecek gerçek kendiliğimiz, içimizdeki gerçek çocuk, kayıp, uzakta ya da aç bırakılmış durumda.. Aslında yaşamın anlamını soruşturan iç sesimizi duymak acıtıyor.

Odaklandığımız sanal dünya, sahip olma hali, tüketmek, imaj yaratmak, beğeni satın almak belliki şişkinlik yarattığı egolarımızın aslında kuyusunu kazanıyor. Belli ki “olmak” unutulmuş durumda ve sahip olmalar bütün enerjimizi gasp ediyor.

Sosyal medya kullanımı bir değerlilik sermayesine, imaj satın almaya, göstermeye ve sahteleşmeye odaklandığında bu hem ilişkileri hem de özgüvenimizi olumsuz yönde etkiliyor.

Anı yaşamak, göstermeden “olmak”, sahip olmadan üretmek, dertlere temas etmek, değerlerimizle irtibata geçmek.. Zor durumdaki psikolojimizi koruyacak ve onaracak anahtar kelimeler gibi gözüküyor..

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.